The controller for path '/plugins/' was not found or does not implement IController.

Hz. Peygamber Döneminde Müşriklerle İlişkiler”in hikâyesi, dünyanın kaderini etkileyen tarihin dönüm noktalarından biri ve bazı yönlerden en önemlisidir. Gücünü Allah’a ve davasına derin inanç ve bağlılığından alan Muhammedü’l-Emîn, Hira Mağarasında aldığı ilâhî buyrukla Nur Dağından indiğinde, bütün ömrünü dolduracağını gördüğü ve ucundaki başarıya tereddütsüz inandığı bir tevhid, ahlak ve insanlık mücadelesi için tek başına yola koyuldu. Beklediği gibi karşısına, büyüklüğünü ve şiddetini yıllar geçtikçe attıran güçler çıktı. Mekke hayatının on üç yılında sabırla, hilimle, barışçıl yol ve yöntemlerle Mekke halkını Allah’ı bir bilip kendi elçiliğini tanımaya, merhamet ve paylaşma gibi ahlâkî-sosyal erdemlerle donanmaya çağırdı. Sonunda statükocular işi suikast planları yapmaya kadar vardırınca yurdunu yuvasını terk edip yolunu bekleyen Medine’ye hicret etmek zorunda kaldı.

Medine’nin yeni şartlarında “müşriklerle ilişkiler” giderek sertleşmiş, güç mücadelesine dönüşmüştü. Ama on yıllık Medine döneminde olaylar aziz Peygamber ve müminlerinin inandıkları gibi gelişti ve Allah’ın vaadi gerçekleşti. Nihayet 632 yılında Peygamber Efendimiz, Aişe annemizin kucağında dünya hayatına gözlerini kapatıp Refîk-i Âlâ’sına kavuşmak üzere olduğunda, artık İslam karşısında direnen bir müşrik varlığını Arap yarımadasında sonsuza kadar yokluğa gönderirken, yüzlerce ve belki binlerce yıllık tarihlerinde ilk defa tüm Arapları tek bayrak altında toplamıştı.

Kitap işte bu büyük dönüşümle insanlığa açılan yeni kapının hikâyesidir.

Çoğunlukla “Medine Vesikası” olarak bilinen ve özellikle XIX. yüzyılın sonlarına doğru önce Batılı bilim çevrelerinde, sonra da Müslüman araştırmacılar arasında geniş ilgi gören, çok sayıda kitap ve makaleye konu olan anlaşma metni, kendisini Sahîfe olarak nitelendirmektedir. Bu metnin bilhassa günümüzde bu kadar ilgi görmesinin başlıca sebeplerinden biri, bazılarınca içeriği itibariyle tarihte hazırlanmış “ilk yazılı anayasa” olarak tanımlanacak kadar önemli görülmesi, diğeri de belgenin otantikliği konusunda araştırmacıların en küçük bir tereddütlerinin bulunmaması olduğu söylenebilir. Nitekim Batılı araştırmacılar da söz konusu metni sık sık Medine Anayasası şeklinde adlandırmış, otantikliği üzerinde adeta ittifak etmişlerdir. Ülkemizde de Medine Sahîfesi’nin, modern Müslüman toplumlar için ifade ettiği sosyo-politik değeri üzerinde yakın geçmişte oldukça heyecanlı tartışmalar yapılmıştır. Ancak bu tartışmalar, ekseriyetle ilmî ve özgün araştırmalara dayanmayan subjektif yorumlar mesabesinde kalmış; bu sebeple metne atfedilen tarihî ve sosyo-politik değer de zaman içinde anlamını kaybetmiştir.

Böylece,  Sahîfe’yi ele alan birçok çalışmada belgenin oluşmasını hazırlayan tarihî, toplumsal ve kültürel arkaplan ihmal edildiği için metnin çevirisi, muhtevasının anlaşılması ve yorumlanması, tarihlendirilmesi gibi birçok konuda hatalar yapıldığı görülmüştür. Bu noktada eserin belki de en özgün yanlarından biri, müellifin –dönem hakkında ilk yazılı belge olma niteliğini taşıyan Kur’an’ın verdiği bilgilerden de yararlanarak- tarihî ve toplumsal arkaplanı çeşitli yönleriyle adım adım izlemesi ve Ṡaḥîfe’yi bu arkaplan ile ilişkilendirmesidir.

İslâmî ilimlerin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’e dayanan her ilmî faaliyet âyet ve hadislerin kronolojik sırasını dikkate almak durumundadır. Ancak klasik İslâmî külliyâtta bu açıdan ciddi sorunlar bulunmakta, bu sorunları çözüme kavuşturma iddiasındaki çağdaş araştırmaların çoğu da tatmin edici bir netice ortaya koyamamaktadır. Bu nedenle âyetler, hadisler ve siyer olayları arasında sebep-sonuç ilişkilerinin sorunsuzca kurulabildiği, rivâyetler tarafından teyid edilen yeni bir siyer kronolojisine ihtiyaç vardır.

Eserde bu ihtiyaca binaen ilk olarak Nesîʾ, Eşhuru’l-Ḥurum ve el-Ḥaccu’l-Ekber kavramlarının takvimle ilişkisi ele alınmakta, ardından daha sağlam bir siyer kronolojisi oluşturmak için rivâyetlerden ve bilimsel verilerden istifade yöntemleri üzerinde durulmakta; bu yöntemler kullanılarak Fil Vakası, Hz. Peygamber’in doğumu, sütanneye verilişi, Şaḳḳu’ṡ-Ṡadr ile Baḥîra kıssalarının mahiyeti ve nübüvvet öncesiyle ilgili diğer bazı olaylara dair tarihler yeniden tespit edilmektedir. Akabinde, ilk vahyin gelişi ile başlayan nübüvvet dönemi, İslâm’a ilk girişler, Habeşistan hicretleri, Garânîḳ Hâdisesi, İnşiḳâḳu’l-Ḳamer olayı gibi bu döneme ait olaylar tarihlendirilmektedir. Hicretin tarihi ile başlayan Medine Dönemi’nde ise, ilk yıllardaki bazı müesseselerin teşekkül tarihleri, hicâb âyetlerinin nüzûlü, İfk Hâdisesi, Medine Vesikası’nın tanzimi, gazveler, seriyyeler, Medine’ye gelen heyetler, Veda Haccı ve Hz. Peygamber’in vefatı gibi çok sayıda olayın tarihinin tespiti yapılmaktadır. Eserde, Hz. Peygamber’in doğumu başta olmak üzere sîretindeki birçok olayın tarihi, rivayetlerin yanı sıra astronomik, coğrafî ve biyolojik veriler yardımıyla tetkik edilmiş, ortaya çıkan yeni tarihlerin hicrî ve milâdî karşılıkları eserin sonunda liste şeklinde verilmiş ve takvim üzerinde gösterilmiştir.

Eserde, klasik İslâmî kaynaklarda yer alan rivâyetlere temkinli bir güvenle ve bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşılmaya çalışılmış; akla, mantığa ve bilime aykırı gibi görünenler üzerinde dahi ayrıntılı tetkikler yapılarak bunların tarihî bir gerçekliğe işaret edip etmedikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bu yönüyle eser, hadislerle siyer rivâyetlerini aynı çatı altında toplayarak sağlam bir kronolojik altyapıya sahip yeni bir siyer ilminin teşekkülüne öncülük etmeyi amaçlamaktadır. Güvenilir bir siyer kronolojisinin sebeb-i nüzûl çerçevesinde Kur’ân’ın doğru anlaşılmasına sağlayacağı katkılar ise aşikârdır.

Yahudiler, Müslümanların tarih boyunca irtibatlı oldukları dinî gruplar içerisinde ilâhî bir dine mensup olmaları,  Kur’an’da kendilerinden çokça bahsedilmesi, Hz. Muhammed’in Medine’de en fazla ilişki içerisinde bulunduğu dinî grup olması, asırlar boyu devam eden sürgünlerde dinî ve kültürel kimliklerini asla kaybetmemeleri ve çok erken dönemlerden itibaren yazılı bir kültüre sahip olmaları gibi değişik pek çok nedenden ötürü, her zaman önemli bir yere sahip olmuşlardır. Öte yandan Hz. Muhammed’in Medine sürecindeki peygamberlik sürecindeki peygamberlik hayatını anlama ve anlamlandırma açısından da Yahudilerle ilişkilerin iyi bilinmesi büyük önem taşımaktadır. İslâm tarihinde “Medine dönemi” olarak isimlendirilen bu devrede genelde hukukî ve sosyo-kültürel konularla ilgili nâzil olan âyetlerle İslâm toplumunun şekillenme sürecinde bu din ve mensuplarıyla ilişkiler etkili olmuştur.

Çalışma,  Araplarla Yahudilerin İslâm öncesi dönemden başlayarak Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemdeki ilişkilerini konu edinmektedir. İki milletin ilişkileri, Hz. Muhammed’in Allah tarafından son ve ekmel din İslâmiyet’i tebliğle görevlendirilmesinin ardından yeni bir safhaya girmiştir. Bu dönemden itibaren Arap-Yahudi ilişkileri daha çok din temelli, Müslüman (Arap)-Yahudi ilişkilerine evrilmiştir.

                                                             Kitapta;

                                                             İslâm Öncesi Dönemde Araplar ve Yahudiler

                                                             Hz. Muhammed’in Çağdaşı Yahudilerle Siyasî İlişkiler

                                                             Hz. Muhammed’in Çağdaşı Yahudilerin Sosyo-Kültürel Hayatı

                                                             Hz. Muhammed’in Çağdaşı Yahudilerin Dinî Hayatı

                                                             gibi konular ve içeriklerini bulacaksınız..