The controller for path '/plugins/' was not found or does not implement IController.

Our centre leads the efforts in publishing original works with the intend of playing a leading role in the scholarly issues and contributing to our intellectual world, through its research areas and projects conducted by the distinguished scholars in their fields. Particularly, works of our staff, prepared for our Centre’s projects at various levels, will be published in the forthcoming period as part of KURAMER publications series.

Kur’an’ın Ehl-i kitap olarak adlandırıldığı, kutsal kitapları Tevrat’ın Hak katından indirildiğini bildirdiği, kendilerine gönderilen çok sayıdaki peygamberin hem Müslüman olduklarını hem de Müslüman olmanın ön şartının onlara inanmak olduğunu ifade ettiği İsrailoğulları hakkında Kur’an’da tafsilatlı bilgiler yer almaktadır. Yahudilerle ilgili Kur’an’da verilen bilgileri daha iyi anlayabilmek, onları önyargısız ve doğru değerlendirebilmek için bu bilgilerin, Yahudi geleneğinde yer alan bilgilerle karşılaştırılması faydalı olacaktır. Bu kitapta sırf Yahudi tarihi ve dini ele alınmamış, Kur’an’daki bilgiler esas alınarak aynı konulardaki Kur’an dışı veriler değerlendirilmiştir.

İlgili ayetlerde bildirildiğine göre Yüce Allah, Mekkelilerden başlayarak muhatap kitlenin “akletmeleri”, yani söylenenleri iyice kavrayıp düşünmeleri, bu sayede dikkatli ve sorumlu bir hayat yaşamaları, haksızlıktan sakınmaları, Kur’an’ı Peygamber’e bir yabancının öğrettiği şeklindeki iddiaların yersizliğini anlamaları gibi amaçlarla aziz Kitabını Arapçanın Hicaz-Kureyş lehçesiyle indirmiştir. Şu halde günümüzde örneklerini bol miktarda gördüğümüz keyfî yorumları önlemek veya bu tür yorumların yanlışlığını ortaya koymak suretiyle toplumu Kur’an ve İslam hakkında doğru bilgilendirmek için eserin muhtevası büyük önem taşımaktadır.

Arap dili ve edebiyatının ülkemizdeki üç yetkin akademisyeni, bu eserde Arap dili ve edebiyatını Kur’an’ın daha iyi ve doğru anlaşılmasına ve yorumlanmasına imkân verecek boyutlarıyla incelemeye çalışmışlardır. Yazarların geniş birikimlerinin ve titiz çalışmalarının mahsulü olan bu eserin, inanç ve amel dünyamızın rehberi, kültür ve medeniyetimizin kurucu kaynağı olan “Arapça Kur’an”ın doğru anlaşılması ve yorumlanması çabalarımıza önemli katkılar sağlayacağına inanıyoruz.

Çoğunlukla “Medine Vesikası” olarak bilinen ve özellikle XIX. yüzyılın sonlarına doğru önce Batılı bilim çevrelerinde, sonra da Müslüman araştırmacılar arasında geniş ilgi gören, çok sayıda kitap ve makaleye konu olan anlaşma metni, kendisini Sahîfe olarak nitelendirmektedir. Bu metnin bilhassa günümüzde bu kadar ilgi görmesinin başlıca sebeplerinden biri, bazılarınca içeriği itibariyle tarihte hazırlanmış “ilk yazılı anayasa” olarak tanımlanacak kadar önemli görülmesi, diğeri de belgenin otantikliği konusunda araştırmacıların en küçük bir tereddütlerinin bulunmaması olduğu söylenebilir. Nitekim Batılı araştırmacılar da söz konusu metni sık sık Medine Anayasası şeklinde adlandırmış, otantikliği üzerinde adeta ittifak etmişlerdir. Ülkemizde de Medine Sahîfesi’nin, modern Müslüman toplumlar için ifade ettiği sosyo-politik değeri üzerinde yakın geçmişte oldukça heyecanlı tartışmalar yapılmıştır. Ancak bu tartışmalar, ekseriyetle ilmî ve özgün araştırmalara dayanmayan subjektif yorumlar mesabesinde kalmış; bu sebeple metne atfedilen tarihî ve sosyo-politik değer de zaman içinde anlamını kaybetmiştir.

Böylece,  Sahîfe’yi ele alan birçok çalışmada belgenin oluşmasını hazırlayan tarihî, toplumsal ve kültürel arkaplan ihmal edildiği için metnin çevirisi, muhtevasının anlaşılması ve yorumlanması, tarihlendirilmesi gibi birçok konuda hatalar yapıldığı görülmüştür. Bu noktada elinizdeki eserin belki de en özgün yanlarından biri, müellifin –dönem hakkında ilk yazılı belge olma niteliğini taşıyan Kur’an’ın verdiği bilgilerden de yararlanarak- tarihî ve toplumsal arkaplanı çeşitli yönleriyle adım adım izlemesi ve Ṡaḥîfe’yi bu arkaplan ile ilişkilendirmesidir.

İslâmî ilimlerin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’e dayanan her ilmî faaliyet âyet ve hadislerin kronolojik sırasını dikkate almak durumundadır. Ancak klasik İslâmî külliyâtta bu açıdan ciddi sorunlar bulunmakta, bu sorunları çözüme kavuşturma iddiasındaki çağdaş araştırmaların çoğu da tatmin edici bir netice ortaya koyamamaktadır. Bu nedenle âyetler, hadisler ve siyer olayları arasında sebep-sonuç ilişkilerinin sorunsuzca kurulabildiği, rivâyetler tarafından teyid edilen yeni bir siyer kronolojisine ihtiyaç vardır.

Eserde bu ihtiyaca binaen ilk olarak Nesîʾ, Eşhuru’l-Ḥurum ve el-Ḥaccu’l-Ekber kavramlarının takvimle ilişkisi ele alınmakta, ardından daha sağlam bir siyer kronolojisi oluşturmak için rivâyetlerden ve bilimsel verilerden istifade yöntemleri üzerinde durulmakta; bu yöntemler kullanılarak Fil Vakası, Hz. Peygamber’in doğumu, sütanneye verilişi, Şaḳḳu’ṡ-Ṡadr ile Baḥîra kıssalarının mahiyeti ve nübüvvet öncesiyle ilgili diğer bazı olaylara dair tarihler yeniden tespit edilmektedir. Akabinde, ilk vahyin gelişi ile başlayan nübüvvet dönemi, İslâm’a ilk girişler, Habeşistan hicretleri, Garânîḳ Hâdisesi, İnşiḳâḳu’l-Ḳamer olayı gibi bu döneme ait olaylar tarihlendirilmektedir. Hicretin tarihi ile başlayan Medine Dönemi’nde ise, ilk yıllardaki bazı müesseselerin teşekkül tarihleri, hicâb âyetlerinin nüzûlü, İfk Hâdisesi, Medine Vesikası’nın tanzimi, gazveler, seriyyeler, Medine’ye gelen heyetler, Veda Haccı ve Hz. Peygamber’in vefatı gibi çok sayıda olayın tarihinin tespiti yapılmaktadır. Eserde, Hz. Peygamber’in doğumu başta olmak üzere sîretindeki birçok olayın tarihi, rivayetlerin yanı sıra astronomik, coğrafî ve biyolojik veriler yardımıyla tetkik edilmiş, ortaya çıkan yeni tarihlerin hicrî ve milâdî karşılıkları eserin sonunda liste şeklinde verilmiş ve takvim üzerinde gösterilmiştir.

Eserde, klasik İslâmî kaynaklarda yer alan rivâyetlere temkinli bir güvenle ve bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşılmaya çalışılmış; akla, mantığa ve bilime aykırı gibi görünenler üzerinde dahi ayrıntılı tetkikler yapılarak bunların tarihî bir gerçekliğe işaret edip etmedikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bu yönüyle eser, hadislerle siyer rivâyetlerini aynı çatı altında toplayarak sağlam bir kronolojik altyapıya sahip yeni bir siyer ilminin teşekkülüne öncülük etmeyi amaçlamaktadır. Güvenilir bir siyer kronolojisinin sebeb-i nüzûl çerçevesinde Kur’ân’ın doğru anlaşılmasına sağlayacağı katkılar ise aşikârdır.

İnsan toplulukları kendilerini ifade etmek için her devirde nevi şahsına münhasır bir dil üretmişlerdir. İlâhî hitap da bu gerçeği dikkate alarak onlara kendi ürettikleri dil ile hitap etmiştir. Bu hitap, ontolojik bakımdan mütekellim ile aynı düzlemde bulunmayan muhatabın durumu gözetilerek çoğu zaman temsil, teşbih, mecaz vb. sembolik anlatım yollarıyla gerçekleşmiş ve “din dili” olarak adlandırabileceğimiz bir biçimle kendine özgü bir hususiyet kazanmıştır. Ancak, ilâhî kelâmın bu hususiyetinin dikkate alınmadığı her durum, tabiat olayları ve yaratılış ile ilgili birçok hadisenin mucizevî bir karaktere büründürülmesine ve bunların birer akide haline gelmesine sebep olmuştur.

Eserde, gayb gibi itikâdî açıdan önemi tartışılmaz temel bir meseleden Kur’an kıssalarının mahiyet ve işlevlerine; mucize bahsinin insanoğlunun entelektüel ‘tekâmül’ süreci ile ilişkilendirilerek irdelenmesinden Hz. İsa’nın kimliğinin ve hayat hikâyesinin tarihsel perspektiften analizi ve onunla alakalı birçok müşkil meselenin kritik edilmesine; bazı siyer olaylarının analizine ve bazı ayetlerin meâllerindeki hataların tetkik edilmesine kadar birçok konuya dair derin ve uzun soluklu bir ilmî mesainin neticelerini bulacaksınız.

Klasik hadis metodolojisi ve onun hem ürünü hem de kaynağı olan hadis külliyâtı, önce in­sanın sonra da müslümanın doğru bilgiyi elde etmek için gösterdiği muhayyile sınırlarını zor­layan, her türlü takdiri hak eden bir çabanın canlı şâhididir. Bu nedenle çağımızda İslâmî ilimler üzerine yapılacak çalışmaların hedefi ve usûlü ne olursa olsun bu muazzam çabayı yok sayması akıl kârı değildir. Öte yandan çağ­lar boyu en ince ayrıntılarına kadar sistematize edilmiş bu metodolojinin yöntemlerinden isti­fade etmek her geçen gün zorlaşmaktadır. Açık­ça ifade etmek gerekirse, her yöntemin sınırla­rı olduğu gibi klasik hadis usûlünün imkân ve kabiliyetlerinin de bir sınırı vardır ve bu sınıra çoktan ulaşılmıştır.

Eser klasik hadis usûlünün imkân ve kabiliyetlerinden istifade ederek Hz. Peygam­ber dönemine ait hadis ve tarih rivâyetlerinin analiz ve sentezini yapmak üzere yeni kavram ve araçlara sahip, Bütünsel Yaklaşım adıyla yeni bir yöntem önermektedir.

İslam tarihi boyunca ‘hadis’in daha genelde ‘rivayet’in, ilmî ve sosyo-kültürel birikimimizin teşekkülünde daima mühim bir yeri olmuştur. Bu birikim, kültürel mirâsımıza rengini ve karakterini farklı tonlarda olsa da her zaman vermiştir. Rivayetler, hayata ve tarihe bakışımıza bazen ön açıp çözüm üretme, bazen de sınırlar çizip yeni bariyerler oluşturma yönünde kayda değer bir etkiye sahiptir.

Sözü edilen olumlu ve olumsuz etki, hadislere nasıl bakıldığıyla ilgili olduğu kadar rivayetlerin barındırdığı içeriğe ve muhtemel mesaja bağlı olarak artar veya eksilebilir. Bu yönüyle, her rivayetin etki alanı ve gücü aynı değildir. Rivayetler tarih sahnesindeki belirleyici etkisini dinî, siyasî veya sosyo-kültürel alana teması ve yansıması nispetinde hissettirir. Müslümanların yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve bunlardan birinin kurtuluşa ereceğini dile getiren “iftirak hadisi” bu açıdan dikkate değerdir.

Bu çalışma, hadisin İslam kültür ve düşünce geleneğindeki söz konusu yeri dikkate alınarak, ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağına dair rivayetlerin tespitini, hadis kritiği açısından değerini, nakledilme aşamalarını ve metinlerin tarihsel bağlamlarını incelemeyi hedeflemektedir.

Kitapta birbirini tamamlayan on ayrı konu, bu sahada tarihimizden bugüne intikal eden zengin ilmî mirasımıza ve diğer kültür havzalarının farklı bakış açılarına da yer verilerek incelenmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm, kıyamete dek yol gösterici vasfını sürdürecek olan, son ilâhî kitaptır. Bu bakımdan, onun doğru anlaşılması çok büyük bir önem arz etmektedir. Ancak onu doğru olarak anlama sorunu geçmişte olduğu gibi bugün de en önemli sorunlardan biri olarak karşımızda durmaktadır. Son zamanlarda, özellikle Batı’da dilbilim ve hermeneutik alanında gerçekleştirilen araştırmalar, anlamanın ne denli karmaşık bir sorun olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Dinî metinleri anlama söz konusu olduğunda, sorunun daha da ağırlaşacağı açıktır; çünkü söz konusu metinler ile aramızda anlam değişmelerine yol açan çok uzun bir zaman uçurumu vardır.

Şu halde anlamanın gerçekleşebilmesi için, sözcüklerin, zaman içerisinde uğradıkları anlam değişikliklerini belirlemek gerekir. Burada önemle vurgulanması gereken husus şudur: Kur’an Arap dilinde inmiş ilâhî bir Kitap’tır. Ama hangi Arap dilinde nâzil olmuştur? Hiç kuşkusuz ki, Hz. Peygamber zamanındaki Arap dilinde inmiştir.

Arap dili, sürekli bir değişim içinde olduğuna göre, Kur’an’ı, Hz. Peygamber’in ve onun güzide sahabesinin anladığı gibi anlama imkânımız var mıdır? Hayatî bir önem taşıyan bu soruya verilecek cevap, ne yazık ki, olumsuzdur; çünkü elimizdeki Arapça sözlükler, bu amacı gerçekleştirmekten uzaktır. Üzücü olan, şu ana kadar İslam dünyasında bu boşluğu dolduracak hiçbir çalışmanın yapılamamış olmasıdır. Daha da üzücü olan, birkaç araştırmacı dışında böyle bir sorunun varlığından bile haberdar olunamamasıdır. O halde ülkemizde ve dünyada yeterince bilinmeyen bu konunun bilimsel bir biçimde açıklığa kavuşturulması çok büyük bir önem taşımaktadır.

Ebû Hanîfe, İslâm düşüncesinin teşekkül devrinde yaşayan ve ortaya koyduğu fikirlerle de o dönemin düşünce hayatına yön veren önemli bir şahsiyettir. Bu yüzden onunla ilgili yapılan her bir çalışma için, öncelikle o dönemde tartışılıp olgunlaşmış olan birçok itikâdî, fıkhî veya siyâsî konunun çok iyi araştırılması gerekmektedir. Zira Ebû Hanîfe, kendi döneminde cereyan eden hemen her önemli tartışmaya (kelâmî, siyâsî, fıkhî vs.) ya bizzat katılarak ya da konuyla ilgili kendi fikirlerini beyân ederek müdâhil olmuştur.

Hem kelâm hem de fıkıh sahasında İslâm düşünce tarihinin köşe taşlarından biri olan Ebû Hanîfe, müslümanların büyük bir ekseriyeti tarafından benimsenen itikâdî ve fıkhî görüşler ortaya koymuştur. Onun tarafından dile getirilen birçok özgün fikir, İslam düşüncesinin teşekkül ve gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.

Bu çerçevede, Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili akademik çalışmaları desteklemeyi ve bunları imkân nispetinde yayına dönüştürmeyi hedefleyen KURAMER olarak, 2016 yılında gerçekleştirdiğimiz “KURAMER Yayın ve Araştırma Ödülleri” programı kapsamında genç araştırmacı Dr. Fatih Tok’un 2015 yılında doktora tezi olarak hazırlamış olduğu “İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin Kur’an Anlayışı“ başlıklı bu eserin hem düşünce dünyamızı bu istikamette zenginleştirmek hem de Ebû Hanife’nin Kur’an yaklaşımını anlamak açısından önemli bir boşluğu dolduracağına inanmaktayız.

slâm öncesi Arap tarihi genel olarak Câhiliyye çağı, bu dönemin zihniyet yapısı ve hayat tarzı ise Câhiliyye kültürü olarak adlandırılır. Câhiliyye kültürü esasında Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderildiği ilk muhatapların inanç ve değerler dünyasını, Kur’an vahyinin eleştiriden geçirdiği zihniyet yapısını ve dünya görüşünü ifade eder. 

Allah Resûlü’nün gerek tebliğ faaliyetlerini gerekse zamanla toplumsal hayatta meydana getirdiği değişim ve dönüşümü tespit edebilmek ve onun insanlığa sunmak istediği evrensel değerleri kavrayabilmek, öncelikle Kur’an vahyinin geldiği o dönem hakkında kuşatıcı bir bilgiye sahip olmakla mümkündür. Bu bilgi, aynı zamanda siyer konularının anlaşılmasına da basamak teşkil edecektir. 

Hz. Peygamber’in risâletine muhatap olanların doğru tanınabilmesi ve bu bilginin de katkısıyla Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi için bu döneme ait –başka malumatın yanı sıra– sosyal, kültürel ve iktisadi hayata dair bilgiler de büyük önem taşımaktadır. Eser böyle bir düşünce ve ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Kur’an-ı Kerîm insanlığa beşer dilinin imkânlarıyla hitap etmiş ve kullandığı dilin anlam değiştirerek veya genişleterek insanlık ufkunda büyük bir dönüşüm gerçekleşmiştir.

Bir hakikati bütün boyutları ile ifade etmekle yetinmeyip, zıttı olan gerçekliği de ayrıntılı olarak ele almak, Kur’an-ı Kerim’in anlatım üsluplarındandır. Bu bağlamda, tebşir ve inzar, va’d ve va’id, hayr ve şer, ma’rüf ve munker, rahmet ve ‘azab, hasene ve seyyi’e, Tayyib ve habis salâh ve fesad gibi ikili anlatım üslubunun vazgeçilmez birer parçası olan bu kavramlar, tergib ve terhible de doğrudan ilişkilidir.

Kur’an’ın müjdeleyen ya da ikaz eden bu üslubu, başta hadis alanı olmak üzere İslam kültürünün, sanat ve edebiyatın, irşad ve davetin en ince dokularına kadar işlemiştir. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’i, sadece emir, ceza ve mükâfatlar manzumesi olarak değil, insanın aklını ve duygularını etkin bir biçimde kullanarak ilahi vahyi anlayıp hayatına katmasını sağlayan rehber bir kitap olarak göndermiş olduğu unutulmamalıdır. Zira tergib ve terhib ayetlerinin insan üzerindeki vicdani tesiri oldukça önemlidir. İşte bu kitap; Kur’an-ı Kerim’de tergib ve terhib üslubunun, muhatabın ihtiyacı ve dilin imkânı nispetinde, güçlü ve sade bir şekilde, en önemlisi de ölçülü ve dengeli bir biçimde kullanıldığını ortaya koymayı hedeflemektedir.

Qur’an Kareem explains the notions of “Jahiliyya (Ignorance)” and “Polytheism” as used by Prophet Muhammad and first Muslims, chaotic moral culture and belief structure of the previous era, the fragmented relationships between people, violence and destruction.

Islam, which is the opposite of “Jahiliyya” and “Polytheism”, critically examines the previous belief structure, moral culture and web of relations expressed by these two terms, and as such is the name of a major movement, a religious, cultural and moral transformation that constitutes a new system of morals, values and beliefs.

Making sense of this transformation properly in terms of its causes and effects is tantamount to understanding Islam and Qur’an properly. This would ultimately provide us with the opportunity to assess whether the religious conceptions and approaches held in the contemporary Islamic societies stand closer to “Islam” or “Jahiliyya”.

You can buy this book using the website www.kitapyurdu.com or at TDV bookstores. 

Ignoring or eclipsing history would erase the past traces of society and also lead their future into uncertainty. It is not a proper approach to think of societies free from the religions, races, cultures and civilizations existed in the geography they are formed. In this regard; religious, political, cultural and social life in the Arabic Peninsula during the pre-Islamic period are of significance in terms of the references made to history in Qur’an, the Seerah of Prophet Muhammad, and his universal message.

We believe that this work, which addresses the history of pre-Islamic period South/North Arabia, will a significant gap in the field. This is also the first product of the series on “The Context of Revelation”.

Scholarly value of a research depends on finding primary major sources of the issues addressed and using an objective method in terms of being free from the preconceptions of these sources. This work is an advanced version of the PhD Thesis titled, “Jesus Christ According to Christian Sources and Qur’an Kareem” prepared by Professor Salih Akdemir (may he rest in peace) with the sam methodology. In the first part of the work the following issues are assessed according to the approach of Holy Scripture and Founding Fathers of the Church: the formation process of Bibles, Pavlus and his insights, Deity of Jesus Christ, incarnation, original sin, confession and trinity. In the second part, the same issues are analysed in the framework of Qur’an Kareem and tafsirs. Also, commentaries of some Christian scholars regarding the verses about trinity are mentioned in this part.

We regretfully observe that the gap has been increased between the supreme values of Islam and the ‘mode of being a Muslim’, a mode we constituted with our bare hands and implemented into the life we live today in the Islamic geography. Beyond any doubt, there are various reasons behind this issue. For instance, pluralism within the religion yielded towards the conflicts between absolutism in true-world-ideologies. Denominational disagreements, which in fact should be the source of benediction, began to incite fitnah and unrest between the brothers and sisters of the same religion. No matter whether you are a follower of tradition or a Salafi, a modernist or a sectarian; opposite and exclusivist views surrounded not only the public but also the academia and the scholars. Sacralisations, which are generated contrary to the principles of Islam, and religious exploitations of value, which beguile the minds of religious segments of society, eclipse Qur’an and Sunnah. These are detrimental to the tenets of Islam. Moreover, they also ruin the image of Islam throughout the world, destroy our unity, peace and security. At this point, although it is painful to do so, we need to confront our own problems and take care of them. For, the first step towards the straight path is becoming aware of the point where the path went astray. This original work, which is the last publication of 2016 at KURAMER, is a product of the desire to take such a step.

You can find contemporary religious issues, which are addressed under the following headings:

Islam and Religious Disciplines,

Muslims in the Modern Period,

Religion, Tradition and Modernity,

Qur’an and Law,

Understanding Prophet Mohammed and his Sunnah,

Fiqh of Islam Re-Visited,

Fiqh and Ethics,

Sects,

Islamic Divinity.

Hebrews have a significant status due to various reasons; since they are members of a celestial religion with which Muslims have been in contact throughout the history, since they are mentioned in Qur’an many times, since they form a religious group with which Prophet Muhammed had relations the most, since they have endured their religious and cultural identity during the exiles throughout centuries, and since they possess a written culture for a very long time dating back to the early period. However, the relations with Hebrews are of significance in terms of making sense of Prophet Muhammad’s prophethood process at Medina. During this phase, which is known as “Medina Period” in the history of Islam, the relations with this religion and its members have been influential in forming Islam society through revealed verses concerning mostly legal and socio-cultural issues.

This work addresses the relationships between Arabs and Hebrews during the Prophet Muhammad’s life-time beginning with the pre-Islamic era. This relationship has entered a new era when Prophet Muhammad were assigned with the duty to convey the religion of Islam. Arab-Hebrew relations have been transformed into a religion-based relationship as of this period.

In this book, you can find the following content:

Arabs and Hebrews in the Pre-Islamic Period

Political Relationships with the Hebrews of the Prophet Muhammad Era

Socio-Cultural Life of the Hebrews of the Prophet Muhammad Era

Religious Life of the Hebrews of the Prophet Muhammad Era

The narratives in Qur’an reflect anecdotes about the events and phenomena that human kind can face all the time. Although the narratives about the previous prophets and societies seem to belong the bygone times, they are indeed about the ‘present’.

The ‘present’, signified by the narratives during the time of revelation, corresponds to the Prophet Mohammed and his seerah. The way the narratives are narrated is so much compatible with the context of revelation that when the period of revelation of a narrative is located, one can have a rough idea about the actual situation in that time by referring to the narrative. In this regard, it is essential to know the context of revelation in understanding not only the direct meaning of the narratives in Qur’an, but also comprehending what kind of feelings the layered meanings of the narratives are supposed to arouse.

The reality of the narratives in Qur’an is quite different from the objectivity, simplicity, impartiality and chronological order of the modern science paradigm. In other words, the narratives in Qur’an are real, however this reality belongs to the religious and ethical values. The expression of “bi’l hak”, which signifies the essential purpose behind the narratives, refers to this aspect.

You can find the following contents in this book:

The realm of meaning of ‘narrative’ and other related words in Qur’an,

Other terms related to ‘narrative’ in Arabic language and literature,

The issue of the source of narratives,

Teleological Issues in Narratives,

This is an original work, in which Qur’an’s characteristic features are considered. Qur’an, which we can hold as a book and turn its pages and read its verses today, was revealed verse by verse to Prophet Mohammed in a period of twenty-three years by Archangel Gabriel. Each verse was revelated into a time and place. There is a population toward whom it was addressed. Qur’an first spoke to the folk of Mecca in Mecca, then after Hegira to the folk of Medina in Medina. The revealed verses were recorded in memories and relevant instruments without considering the order they were revealed. The events, which happened when the verses were revealed, were subjects of other records as part of the narratives told about information regarding the places, where the verses were revealed, and the people, who heard the verses. These were recorded as part of the sebeb-i nuzul narratives, nasih-mensuh narratives, seerah narratives in terms of identifying the date of the verses, or directly as part of the date of the verse narratives in different sources.

This work aims to link verses with the knowledge regarding the surrounding time, place and people and to identify the order, in which the verses were revealed. Although, there are valuable information regarding the order of sura and verses, and the context of the revealed verses, there is not a single work in this manner in divinity studies neither in Turkey nor in the world.

You will find in this work, an inquiry of identifying the verses of Qur’an chronologically under the following sections:

Identifying the Date of the Sura and Verses of Qur’an in Islamic Tradition,

Western Attitudes in Identifying the Date of the Verses Qur’an,

Chrono-Phenomenological Attitudes towards the Verses of Qur’an that revealed especially between 1-4 Rebui’l Evvel (of the Hegira Calendar).

You can find this book, ‘Identifying the date of the verse of Qur’an’, on www.kitapyurdu.com and in all TDV book stores.

The major aim of work, in which the issue of genesis in Qur’an is analysed in a systematic manner, is revealing the meaning, the relevant verses express in the first circle of appeal. Since it can be claimed indubitably that revelation happened in a historical and societal context, rather than a vacuum, it is essential to understand the milieu of revelation with the intent of locating the primary and initial meaning of the verses and thereby finding out the extent of the accuracy of the tafsirs and glossing attempts. Besides, this attempt to understand the context of revelation is the proper path to arrive at scholarly results well supported by evidence in Qur’anic studies.

You can find a consideration of the accumulation of knowledge in the literature about the following issues in this book:

Essential Qur’anic Principles on Genesis,

Creation of the Universe,

Genesis in Six Days and Sevenfold Heavens,

Creation of Angels and Djinns,

Creation of Adam, Mankind and Humans,

Bezm-I Elest, Genesis and Evolution.

You can find this book, ‘Qur’an and Genesis’, on www.kitapyurdu.com and in all TDV book stores.